Geçen bir adamla tanıştım. Daha
önce duymamıştım, Numeroloji diye birşeyden bahsetti bana.
İsmini ve doğum tarihini veriyorsun ona göre hesaplar yapıyor.
Karım yediymiş. ben de bol bol dört varmış ve ikimiz de
uzaylıymışız. İlk başta 'Uzaylı bu çocuk yea!' manasında
söyledi sandım ama baya ciddi ciddi 'Uzaylı bunlar' diyince
'Uzaylı ne demek?' dedim; ruhum geçmiş yaşamlarında başka
galaksilerde insan olmayan varlıklar olarak yaşamış.
Galata köprüsü ve Karaköy meydanı
yapım çalışmaları sırasında Karaköy Camiinin yıkım kararı
alınıyor. Ama o zamana kadar Türkiye'de yıkılmış bir cami yok
ve Adnan Menderes hükümeti de ilk cami yıkan iktidar olmaya pek
hevesli olmadığından yaratıcı bir çözümle ortaya çıkıyorlar.
Kınalıada'da müslüman cemaat cami
yapımı için yardım istemektedir. Peki madem cami istiyorsunuz,
bizde de fazla cami var. Kullanmıyoruz zaten, size verelim derler ve
cami yıkılmamış taşınmış olur. Tabi camiyi motora yükleyip
adaya göndermeden önce kaybolmaması için tüm değerli kısımları
ayırmayı akıl edebilmişler. Mesela abanoz ağacından oyma
nakışlı ahşap mihrabı ve minberinin Mercan'daki Atik İbrahim
paşa camiinde olduğu söyleniyordu. Maalesef yakın zamanda yapılan
testler bunun doğru olmadığını ortaya çıkardı. Kasımpaşa'daki
Kethüda Camii'nin mihrabının da Karaköy Camiiden geldiği
söyleniyor ama o da yakın zamanda fos çıktı. İyi ki değerli
parçaları saklamaya karar vermişler değil mi? Venedikten gelen
avize, değerli halılar filan hep kaybolmaması için bir yerlere
kaldırılmış. Nereye kaldırdığımızı unuttuk ama
kaybolmadıklarından eminiz.
Şimdi resmi kayıtlara göre geri
kalan tüm parçalar numaralandırılarak adaya gönderiliyor ama
motor fırtınaya yakalanınca bir kaç parça haricinde herşey
denizin dibini boyluyor. Resmi olmayan hikayede ise şu şekilde:
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Padişah
Avcı Mehmet zamanında 7 yıl hizmet vermiş bir Osmanlı sadrazamı
idi. Tüm başarılarına rağmen 2. Viyana seferinin başarısızlğa
uğramasından sonra uğradığı ihanetler bilinmesine ve ilk
başta Padişahın bile ''gg bro'' diye mesaj yollamasına rağmen
Viyana'dan kalkıp İstanbul'a gelene kadar rakipleri tarafından
altı oyulmuş ve idama götürülmüştü.
Merzifonlunun idamından sonra olaya
hakim olacak bir sadrazam bulunamadığından Balkanlar'da çöküş
başlamış.
İşte bu Sadrazam kellesi başında
iken 2. Mehmed zamanında Karaköy'de yaptırılan harap haldeki
tekkenin yerine Raimondo D'Aronco'ya yeni bir mescit siparişi verir.
Yağkapanı adıyla anılan, altında dükkanları bulunan cami
zamanla harap hale gelince (napıyorlar oğlum bu camileri?) 1903'te
bu sefer 2. Abdülhamid'İn emriyle yine D'Aronco tarafından aynı
yere Art Nouveau tarzında ünlü Karaköy Camii inşaa edilir.
İki kez kefeni yırtan cami bu sefer
1958 senesindeki meydan genişletmesine kurban gider.
Bugün Karaköy camiinden geriye birkaç
resimden ve yazıdan başka birşey kalmadı. O yüzden çokgen
planlı olduğunu ve altındaki dükkanları sadece resimlerinden
biliyoruz.
D'Aronco, Ziraat bankasının
arkasındaki dar parselde camiyi dikine yükselterek karaköy gibi
yoğun bir yerde arada kaybolmasını önlemişti. Kemankeş
caddesine bakan yüzünde apartman dokusunu devam ettirirken Karaköy
meydanına bakan yüzünde hakim alana minareyi yerleştirerek
meydanda caminin yerini işaretlemiş.
Ama yapının asıl cephesi bana
sorarsanız Galata köprüsünden geçerken sizi karşılayan güney
cephesiydi. Buradan gelenler camiyi tam karşılarına almış
oluyordu. Ziraat Bankasının arkasından size bakan yapının
Minaresi Ziraat Bankası binası ile aynı yükseklikteydi. Cephesi
mermer kaplıydı. Bir cami için alışılmadık bir malzeme değil.
Ama dışardan kendini belli eden sekizgen plan, T pencerelerle
beraber tam bir Art Nouveau örneğiydi. Yine köşelik bir plana
sahip mermer kaplı minare gövdesi boyunca spiral bir şekilde
dizilen dikdörtgen pencerelerle kaplıydı.D'Aronco, minarenin
bitişini sürpriz bir şekilde arabesk uslupta bir şerefeyle
bitirmeyi seçmişti.
Adalılar da tüm şu olaylara ve
ellerindeki camiye bakmışlar ve demişler ki ''Ne alakası var lan
adayla?!'' Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın adalara ayak dahi
bastığına dair bir ibare yok. Cami desen karaköyde büyük
heybetli yapıların arasında kaybolmaması için tasarlanmış.
Adada ahşap köşklerin arasında, deniz kenerında tam kel alaka
olacak. Devlet desen zaten camide beğendiği ne varsa almış.
Venedik'ten gelen avize ve halıları dahi Teberrükat Memurluğuna
devretmiş. Sana söküp de satamadıklarını veriyor! Bir akıllı
siz misiniz lan diyerek caminin taşlarını satmışlar. Muhtemelen
satamadıkları ellerinde kalan taşlar ile hatıra olsun diye
ayırdıkları bir parçayı adaya getiriyorlar.
Satıştan gelen parayı ve kalan
taşları Mimar Başar Acarlı'ya teslim ediyorlar. O da Mimar
Turhan Uyaroğlu ile başlıyor Karaköy camiini bir sonraki hayatına
hazırlamaya.
Kınalıada Camii bir önceki yaşamına
göre form olarak farklı olsa da olaylara yaklaşımları aynı.
Kınalıada camii yine geçmişi taklit eden değil, çağını
yansıtan bir cami. Kubbe yerine ışığı içeri almak için
birbirinin üstüne binen iki parçadan oluşan kırıklı bir çatıya
sahip. O dönemde dahi imamlar minarelere çıkmayı kestiğinden
hantal bir minare yapmaktansa amacı caminin yerini göstermek olan
daha heykelimsi bir minaresi var. Minarenin bir başka orjinalliği
ise ana yapıdan bağımsız olması. Bahçe duvarındaki beyaz
taşlar Karaköy camiinden kalan taşlar. Avlu duvarının amacı
ise alan tanımlamak. Bu sebepten çok yüksek değil.
İslamiyette camiye yardım
olmadığından camileri destekleyecek vakıflar kurmak ve camilere
gelir sağlayan dükkanlar yapmak çok eskilerden beri bilinen bir
çözüm. Kınalıada camii de aynı çözümden faydalanıyor.
Form olarak Karaköy camii ne kadar
dikeyse Kınalıada camii de o kadar yatay.
Caminin namaz alanının yerden
yükseltilmiş olması iklim kontrolü için fayda sağlasa da
yetersiz kaldığı bir gerçek. Yazın içersinin makul bir
sıcaklığa çekilmesi için klima takılmak zorunda kalındı.
Üstelik ana mekan ışığı içeri doğrudan almıyor bile.
Sorunlara olan modern yaklaşımları
ve cami mimarisine eleştirel yaklaşımlarına rağmen bizde cami
deyince olay sadece kubbe ve minare olarak algılandığından bu
camiyi yadırgayanlar da çok oldu.
Benim bile hatırladığım '' Böyle
cami olmaz. Burada namaz kıldırıyoruz ama eh işte'' diye
saçmalayan imamlar oldu. Dedem bile geçen ''CHP dönemi camiisi''
dedi. Biliyorsunuz mimarlık akımlarında yeri var CHP döneminin.
Barok-Gotik-Modern-Post Modern- CHP !
Biz hala daha imamların çıkmadığı
minarelere neden şerefe yaptığımızı sorgulamazsak, betonarmeden
kubbeler yapmaya devam edersek Kınalıada Camii gibi camileri zor
yaparız. Emre Arolat bir fırsatını buldu da Sancaklar Camiini
yaptı. Ama bu gibi camilerin normalleşmesi, yaygınlaşması için
kaç fırın ekmek daha yememiz gerek bilmiyorum. 1964'de yapılmış
Camii bizim için hala daha yenilikçi bir camiyse bizde bir problem
var demektir.
Türkiye'de kafalar o kadar karışık
ki bence insanlar şöyle bir durup kendilerine dışarıdan baksa
herşey çok farklı olur. Mesela dönemin savcıları , Ada cami
vakfının Modern Türk Mimarisinin en iyi örneklerinden biri olan
bu camiyi yaptırmasına aldırış etmeden ''nasıl devletin size
emanet ettiği taşları satarsınız'' diye vakıf hakkında dava
açtı. Taşların denize dökülmediği ispatlanamadığından kimse
ceza almadı diye biliyorum ama asıl tuhaf olan Merzifonlu kara
Mustafa paşa camiisinin en başta sökülüp yok edilmesine sebep
olan meydan çalışmasının tamamlanmamasıydı. Aslında koca cami
hiç yerine sökülmüştü. Zaten nasıl işse aynı meydan alanı
içinde gözüken Ziraat bankası binasını sökmeyi kimse
düşünmemişti. Savcılar birileri hakkında dava açacaklarsa
bence yangından mal kaçırır gibi boş yere camiyi sökenlere dava
açılmalıydı.
Kınalıada camii ile ilgili söyleyebileceğim son şey en iyi dondurmacının karşısında yer alıyor olması. Bayrağı babası Ömer ustadan devralan Suat abi ben kendimi bildim bileli Kınalıadada o küçücük dükkanda mevsimlik meyvelerden taze dondurma yapıyor. Adaya her gittiğimde acaba ne yesem diye kara kara düşünmeme sebep olan dondurmalarında çoğunlukla tercihim vişne, limon, kavun, karadut, bal-badem, çilek, bisküvi. Bir külaha 4 toptan fazlasını sığdıramadığımdan tam bir Sophie'nin Seçimi. En son biri Bodrum mandalinası getirip kendine özel dondurma yaptırmış. Biz de tatma fırsatı bulduk. Hani böyle ekşi ekşi olur ama bol çekirdekli olduğundan tadına vara vara yiyemezsin ya. İşte o lezzet.
''Tuğla bile birşey olmak
ister.Sorarsınız;Tuğla, ne istiyorsun? Ve tuğla size ' Kemer
seviyorum ben' 'Ben de kemer istiyorum ama kemerler pahalı, beton
lento kullanabilirim' ve tuğlaya sorarsınız 'ee ne diyorsun
tuğla?' Tuğla der ki 'Ben kemer seviyorum''
Louis Khan
Kaynak:
http://camiiler.com/denizin-dibindeki-tarihi-camii/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder